Az önce kitapla ilgili kimler neler demiş, diye bir bakındım internette. Yok efendim Márquez'e yakıştıramamışlar da, yok efendim doksan yaşında adamla on beş yaşında kızın birlikte ne işi varmış da, hiç gerçekçi değilmiş de, kitap çok sığ olmuş da... Kendine gel ahali!
Gabriel García Márquez, terli suratla bir anda kafaya diktiğin bir buçuk litrelik su gibi içilen bu kitabında, doksan yaşında kendine eşsiz bir hediye vermek isteyen bir adamın hikâyesini anlatıyor. Kadınlarla ilişkileri genelev duvarlarının dışına çıkamamış bir adamın, belki de ölmeden önce son isteği bakire bir kızla birlikte olmak.
Kitap okumak insanın empati yeteneğini geliştiriyor. Bu kitabı okumak, yirmili yaşlardaki bir insanı, hiçbir şeyden habersiz çırılçıplak uyutulan on beş yaşındaki bir genç kıza da, dünyadan vazgeçecek kadar dünyayla muhatap olmuş doksan yaşındaki kokuşuk bir adama da çevirebiliyor. Bu empati yeteneğine sahip olmayanlar da kitabı, derin olmamakla suçlayıp, arkalarında benim gibi sinirli okuyucular bırakıyorlar.
Bir kitap her zaman olanları ve olabilecekleri anlatmak zorunda değil; bir yerden başlayıp bir yerde sonlanmak zorunda değil. Benim için kitap kapağını açtığın an, bu tür şartlanmalardan sıyrılıp, belki senin için mümkün olamayan hayatları yaşamaya başladığın andır. Márquez de büyülü gerçekçiliğin öncülerinden biri olarak o kapağı zor kapattıran bir yazar. Gene de zevk meselesi tabii.
Sadece uyurken gördüğün birinin günden güne gelişen bedenini izleyip aşık olmak; ya da sadece sabahları bıraktığı notları okuyarak, hiç görmediğin birine aşık olmak... Bence yeterince büyüleyici ve yeterince derin bir konu. Márquez hayatının başını ve sonunu yaşayan iki kişiyi öyle büyük bir ustalıkla bir araya getiriyor ki, bir günde bitirebileceğin bir kitapta sana koskocaman bir hayatı sunuyor aslında. Boşlukları senin doldurman şartıyla. Kimsenin kimseye ait olmadığı, sevdiği insanı onu sevmesi için zorlamadığı ya da sevgisini sorgulamadığı bir aşk işte. Bir çift kirpiğin açılmasıyla tüm büyü bozulabilir ama.
İster pedofili de, ister gerçek dışı de, ister sığ de; Benim Hüzünlü Orospularım, bir yalnızlık ve aşk hikayesi. Ahlâkla ilgili bazı tabuları yıkma zamanı geldi sanırım.
Rosa Cabarcas'ın da dediği gibi; "Ahlâk da bir zaman sorunudur" belki de.
Bunları Yazan Kim?
Simay, evrenin çeşitli yerlerine atılan noktaları birleştiren bir çizgi olabilir; ancak hiçbir zaman bir şekil olamayacak. Evren öyle büyük ki, olsa da anlamayacak.
Ne Dedin?
Blog Arşivi
-
▼
2014
(34)
-
▼
Şubat
(15)
- Hayata Uyanmak: Waking Life
- Gerçekten Gerçek! Six Feet under: Better Living Th...
- Ólafur Arnalds - Broadchurch Müzikleri
- Contre Jour, Karanlığı Arkaya Alma Oyunu
- Zamanı Aştı da Geldi Metropolis
- Bir Öğlen Hayali: Edirne Tava Ciğeri
- Rüyanın Öte Yakası Seni Çağırıyor Lucid Kafa
- The Dreamers: Neey, Ensest mi?
- Yaşamı Üstü Kapanmayan Bir Yara Gibi Görmek - Başk...
- Gerçek Bir Kedi Fare Oyunu: Maus
- Geleceğin Bilmem Neresinden Yanko Design
- Benim Hüzünlü Orospularım
- 14x25 Desek, Spaced'e Ayıracağın Sadece 350 Dakika
- Seyşeller: Fakirlikten Bahsetmeyeceğim Bile
- Sonun Değil Başın Gelsin Breaking Bad
-
▼
Şubat
(15)
Duyduk Be!. Blogger tarafından desteklenmektedir.