Beyaz Gürültü Kuru Gürültü Değildir


Yıllar önce çeviri yaparken yaptığım işe odaklanma sorunu çekiyordum, birileri Youtube’tan yağmur sesi dinlememi tavsiye etmişti. Çeviri yaparken epey işe yaradı, ancak başka odaklanma problemlerimi (yazı yazmak, kitap okumak, ders çalışmak gibi) çözmediği için beyaz gürültüyle olan tanışıklığım bu kadarla kalmıştı.

Beyaz gürültü, kulağın alabileceği tüm sesleri aynı frekansta toplayan bir çeşit gürültü. Uyku problemi çekenler, yaptıkları işe odaklanamayanlar, tüm gün gürültü kirliliğine maruz kalanlar için eşi bulunmaz bir gürültü aslında. Okyanus, dalga, rüzgar, uçak, saç kurutma makinesi gibi devamı gelen sesler beyaz gürültüye örnek olabilir. Şehir hayatından sıkıldığımızda dalga sesleriyle uyumak ve uyanmak isteriz ya, işte öyle düşün.

Beyaz gürültüyü bana öğretense Umay oldu. Bazı bebeklerin anne karnında kalması gereken süre dokuz ayken, bazılarının on iki ay olabiliyormuş. Bir sene boyunca kimse sabredemeyeceğinden bu zavallı bebekler doğunca dünyaya adapte olmakta daha büyük zorluk çekiyormuş. Bu yüzden de nedensizce ağlama krizlerine giriyorlarmış. Bu durumun adı kolik; bebekler için olmasa da aileler için tam bir hastalık. Doyuruyorsun, gazını çıkarıyor, kıçını temizliyorsun, gene de ağlıyor, uyumuyor, susmuyor, insanı delirtene dek ağlıyor. Umay’da iş bizi delirtecek boyuta henüz ulaşmadı; ama birkaç kriz yaşadık ve beyaz gürültüyle de işte bu noktada tanıştık.


(Normalde bacakları hiç durmayan bebek, süpürgeyi çalıştırınca puta dönüyor)

Bütün gün süpürge sesi dinlemekten içi geçmiş biri olarak yetişkinlerin bu sesleri kulaklıkla dinlemesini tavsiye ediyorum. Bir şeyler okurken ya da yazarken daha sakin sesler dinlememiz öneriliyor; yağmur, akan su, dalga, rüzgâr, yaprak hışırtısı gibi. Yani daha çok doğadan gelen sesler. Daha çok odaklanma gerektiren işlerde -rapor hazırlamak, hesap yapmak, yöneticilik yapmak gibi- mekanik ya da sert diyebileceğimiz sesleri dinlemeliymişiz. Elektrikli süpürge, çamaşır makinesi, saç kurutma makinesi, uçak gibi.

Bebeklere gelince… Deneyimlerime göre, sakin olduğu ama uyumadığı zamanlarda akan su sesi, huzursuz olduğu ve ağladığı zamanlarda elektrikli süpürge sesi, sebepsiz yere ağlama krizlerine girdiğinde de Buzuki Orhan’ın Bebeğiniz Uyusun şarkısı kurtarıcı olabiliyor.

(Alt açma seasında gırtlağını yırtarcasına ağlarken birden rüyalara dalması... Tanrım bu bi' mucize!)

Youtube ya da diğer video/ses siteleriyle yetinemeyecek kadar koliksen, huzursuzsan sana iki önerim olacak tüm bu anlattıklarıma göre. Birincisi ücretsiz bir uygulama: White Noise Bahsettiğim tüm sesler ve fazlası burada var, üstelik istersen ses kaydı da yapabiliyorsun, illa kendi çamaşır makinenin sesini dinlemek istersen mesela. Tek kötü yanı, arka planda çalmıyor, uygulamayı açık tuttuğun süre boyunca cihazı kullanamıyorsun, ücretli versiyonuna geçersen işler değişir tabii. İkincisi de Orhan Osman’ın beyaz gürültülere melodiler eklediği Kolik albümü. Sadece bebekler için değil bence, ben de gevşeyip mışıl mışıl uyuyorum dinlerken. Tabii bu albümü ofis çok kalabalık, odaklanamıyorum, diyorsan bence dinleme, kayıverirsin.
                         
Beyaz gürültüyle ilgili tüm bunları öğrendikten ve yaşadıktan sonra, okulda metinleri incelerken ona buna “ana rahmine dönme isteği” dememizi çok da abartı bulmuyorum şimdi. Hepimiz bir noktada o sanayi sitesine geri dönmek istiyoruz sanırım.

Üçüncü Mevkii - Bi Çatal Uzatıver

Şimdi seni güzel bi' yere götüreyim, ama sorumluluk kabul etmiyorum.

İnsanların sokakta yemek yeme alışkanlıkları o kadar farklı ki, hiçbir zaman restoran öneren kişi olmak istemiyorum. Topluca bir yerlere gidileceği zaman kararı hep başkalarına bırakıp, ciğerlerimi sıkıştırmıyorum yok yere. Bana sorumluluk yüklemeyeceğini bildiğim insanlarıysa Üçüncü Mevkii'ye götürmekten hiç çekinmiyorum.


Üçüncü Mevkii, Taksim Ağa Camii'nden girdiğinde ikinci sağdaki sokakta kalıyor. Mangal Keyfi'yle aynı sırada. Gitmek istediğin zaman gözlerini kısarak mekanlara bakman lazım çünkü küçücük bir Üçüncü Mevkii tabelası var, kendini kocaman renkli harflerle göze sokmuyor. Lokantada sadece beş tane masa var. Hepsi doluysa içeride beklemek için yer bile yok. Esnaf lokantası ve kantin karışımı bir yer olduğundan başkalarının masasına hiç düşünmeden yanaşabilirsin. Bazı klasik yemeklerin dışında her gün menülerine birkaç çeşit daha ekliyorlar. Sebze, et, tavuk, ne yemeyi tercih edersen et, sana hitap eden bir şey mutlaka o menüde var.

Bu lokantada garson yok, o yüzden bulduğun bir kağıt parçasına istediğin yemekleri yazıp aşağı mutfağa götürmen gerekiyor, mutfak asansörünü de kullanabilirsin sipariş için. Daha sonra aşağıdan biri asansörü yolladığını söylüyor ve gidip yemeklerini alıp masana oturuyorsun. Bu lokantada sadece yemekleri sen yapmıyorsun, onun dışında, çatal, bardak, tuz vs ne istiyorsan o narin kıçını kaldırıp alman gerekiyor. Yemeğin bittiğinde de kirlilerini asansöre yerleştirip mutfağa ödeme yapmaya iniyorsun. (Kredi kartı geçmiyor.)

Fiyatlar çok çok uygun, bazen çalışıp para kazanan biri olarak ucuz yemeğe ihtiyacı olan insanların hakkını yediğimi düşünüp üzülüyorum. Porsiyonlar tam ayarında ve şimdiye dek tattığım her şey de çok lezzetli. Gene de Üçüncü Mevkii dendiğinde akla Meksika usülü patates, fırında mantarlı makarna ve yufka kebabı geliyor.

En son gittiğimizde biraz hipster akınına uğramış gibiydi, bu da bu mekanın da popülerleşmeye başladığını gösteriyor maalesef. Şu hipster'ların salaş olan şeylerin çok havalı olduğu konusundaki ısrarlarına ve mekanları, müzikleri, insanları rahat bırakmamalarına dayanamıyorum, üzgünüm. Gene de Üçüncü Mevkii işletmecilerinin kendi çizgilerinden çıkacağını hiç sanmıyorum.

Herkese önerilecek şahane bir yer olmadığından, bunu paylaştığım için kendimi suçlu hissetmiyorum. Sen gene de çikolatalı muhallebi yemeden kalkma.

Bana Yaz

Ad

E-posta *

Mesaj *